Thursday, May 30, 2019

Cukurova Hatirasi Illustrasyon- Tarihi yerler haritasi

Cukurova Kalkinma Ajansi tarafindan duzenlenen Cukurova temali hediyelik esya tasarim yarismasi icin hazirladigim tasarim. Odul alamadim ama sadece sergilenmeye deger bulundu. Urun uzerinde nasil durdugu asagidaki fotograflardadir.




Sunday, May 19, 2019

BİR YAZ GECESİ



Hava kendi içine kapanmış şehrin üstüne karanlık çoktan çökmüştü. Evlerinin güneye bakan  penceresinden yaşlı bir kadın rahat koltuğunda oturmuş dalgaların sesini yakından duymayı, rüzgarı içine çekmeyi hayal ederek denizi izliyordu. Zorla uzandığı pencereyi bir hışımla tutup açmasıyla rüzgar pencereden içeriye süzüldü ve tül perde kadının yüzüne çarptı. Rüzgarı tüm bedeninde hissederken bir yandan da evin içindeki hareketliliği göz ucuyla takip ediyordu. Odanın içindeki genç bir kadın yüzünü göremediği bir adamı uğurlayıp kapıyı kilitledi. Anahtarı kapının üzerinden çekip konsolun üzerindeki ahşap bir kutunun içine koydu. Sonra da sahili izleyen yaşli kadına baktı. Pencereyi yine mi açtınız hasta olacaksınız Zeynep Hanım, dedi.  İçeriye girip hızlıca kapattı pencereyi sonra da tül perdeyi bir hışımla çekti.  Yaşlı kadına bakıp, bir şey ister misiniz hanımefendi, diye sordu. Zeynep cevap vermeden kafasını pencereye doğru çevirip sahili izlemeye devam etti. Genç kadın ise odadan çıkıp mutfağa gitti.  

Zeynep’in kulağı mutfaktan gelen seslerdeydi. Musluktan gelen su sesi kesilmeden evden çıkması gerektiğini düşündü. Koltuktan destek alarak ayağa kalktı, konsola doğru sendeleyerek yürüyüp eski ahşap kutuyu açıp anahtarı eline aldı. Konsolun üzerindeki aynaya yansıyan derinleşmiş kırışıklıklarına baktı. Bu yaşlı beden benim bedenim değil, dedi. Kelimeleri ile bedeninin uzlaşamadığı o anda gözü konsol ile aynanın çerçevesinin arasına sıkıştırılmış bir fotoğrafa takıldı. İyice yaklaştıktan sonra görebildiği fotoğrafta hastane odasında kucağında yenidoğan bebeğiyle bir kadın ve hemen yanı başlarında genç bir adam vardı. Onları bulacağım, dedi kararlı bir şekilde. İçinden defalarca tekrarlardı bu cümleyi.  Tir tir titreyen elleriyle kilitli kapıyı açması biraz zaman aldıysa da sonunda kapıyı açtı. Usulca attığı adımlarıyla kapıdan bahçeye çıktı. Bahçedeki rengarenk papatyaları ardında bırakarak sahile açılan kapıdan dışarı çıktı.  

Sahildeki taş yığınlarının üzerinde yalınayak bata çıka yürüyüp kumsalın dalgalarla buluştuğu yere geldi. Nefes nefeseydi. Zorla ayakta durabilen yaşlı kadın artık kapandığı evinde değil dışarıdaydı. Ellerini denizi kucaklar gibi kaldırıp derin bir nefes aldı ve içine dolduruğu hüzünlerini tükürdü sahile sonra çevresine bakındı. Sağının solunun ne taraf olduğunu kestiremeden rastgele bir seçim yapıp soluna doğru yürümeye başladı.

Onları bulacağım, dedi. Oğlu ve kocasını en son ne zaman gördüğünü hatırlayamadığı gibi nerede olduklarını da bilmiyordu. Kafası öylesine karışmıştı ki hafızasında karıncalanmaya başlayan bir sersemlik kendini göstermişti,  başı dönüyordu.  Ama o attıkça uzayan  adımlarıyla yolun devam etti.  Yüzünde huzursuz bir ifade vardı. Bir yolcu yalnızlığında uzaklaşan yaşlı kadın sonunda sahilin bittiği yerdeki kayalara vardı. Kayaların üstünde bir lokantaya vardı. Lokantadan yükselen gürültü onu öylesine korkuttu ki çığlık atmasına sebep oldu. Korkudan olduğu yere yatıp ayaklarını karnına doğru çekti. Dalgalar üzerinden geçerken bir bir ağır bedeni bir o yana bir bu yana sürekleniyordu sahilde.

Gecenin karanlığı iyiden iyiye hissediliyordu. Lokantadaki kalabalık dağıldı. Sahilde boylu boyunca uzanan kadını kimse görmedi. Sahile artık sessizlik hakimdi. Tek duyulan şey insana huzur veren dalgaların sesleriydi. Zeynep sessizliği duyduğu an gözlerini usulca açtı. Saçı, üstü başı ıslak, her tarafı kumdu. Zorla ayağa kalkabildi. Denizin karanlık derinlerine uzun uzun baktı.  Denizin içine içine doğru atarken adımlarını arkasına dönüp geride kalan kumsala baktı. Çok ilerlediğini fark ettiğinde kendini teslim etti sakin dalgalara. 

Dalgalar Zeynep'in bedenini sahile getirdi yavaş yavaş. Hala hayattaydı. Nerede olduğuna dair en ufak bir fikri yoktu. Zorla ayağa kalkıp etrafa baktı. Kapkaranlık sahilde bir evin ışıklarının açık olduğunu gördü. Evin bahçe kapısına yaklaşıp kapıyı itekledi. Bahçeden geçip hızlı hızlı vurdu iç kapıya. Kapı açıldı. Kapıyı açan adam yüzündeki o ifadesiz  bakışlarıyla kadının yüzüne baktı. Sessizce arkasını dönüp pencerenin yanındaki iki koltuktan birine oturdu. Gözlüklerini ve kitabını önündeki sehpadan alıp kucağına koydu. Elini kitabın üzerine koyup parmaklarıyla kitabın üzerinde sesler çıkardı. Sonra gözlüklerini takıp kitapta kaldığı sayfayı açtı. Adam gözlerini kadından kaçırıyordu ama elinde tuttuğu kitabı da okumuyordu. Çok geçmeden adam sehpadan sigara paketini alıp içinden yarısı içilmiş bir sigarayı çıkardı ve bir kibritle yaktı. Kibriti dudaklarına kadar getirip üfleyerek söndürdü. Bir ara yeleğinden çıkardığı köstekli saatine baktı. 

Zeynep ise olduğu yerde kıpırdamadan anlamsız gözlerle adama bakıyordu.  Adamın kocasına ne kadar da benzediğini düşündü. Eliyle kitabın üzerinde çıkardığı sesler, sigarayı yakıp üfleyişi, gözlerinin derinliği nedense cok tanıdık geliyordu. Adamın kendi kocası olduğunu anımsadığında adamın gozlerinin içine bakıp, ne kadar da yaslanmışsın, dedi o yumuşak sesiyle. 

Adam hafifçe kafasını kaldırıp Zeynep’e baktı, gözüyle karşısındaki tek kişilik koltuğu işaret etti. Zeynep sessizce gidip koltuğa oturdu. Kendi içine sığmayan küçücük bu odada sessizce oturdular. Çok geçmeden genç bir oğlan anne, diyerek odaya girip kadına sarıldı. Kadın içinde nedenini anlamadığı büyük bir keder duydu belli ki genç oğlan kendi oğluydu ama bir türlü hatırlayamıyordu yüzünü. Onu en son gördüğünde bir bebekti, ne ara bu kadar büyümüştü. Bunun gerçek olabileceğine ihtimal vermiyordu. Başını şiddetle sallayarak  genç adamı itip, sen benim oğlum değilsin, dedi ve ağlamaya başladı hıçkıra hıçkıra.  

Zeynep bir süre sonra sakinleşmişti. Hafızasını zorladı, ama bir türlü hiçbir anı çıkıp gelmiyordu sislerin içinden. Evin içine söyle bir göz gezdirdi. Eski bir televizyon, kitapları toz tutmuş bir kitaplık, boyası sararmış duvarlar ve bir kaç eski koltuk ve bir konsol vardı. Konsolun aynasıyla çerçevesinin arasına sıkıştırılmış bir fotoğraf gördü. Gözleri fotoğrafta ne olduğunu seçemediği için ayağa kalktı, içinde duyduğu büyük bir merakla bir kaç adım atıp fotoğrafı görebilecek mesafeye geldiğinde fotoğrafı eline aldı. Fotoğrafta hastane odasında kucağında yenidoğan bebeğiyle bir kadın ve hemen yanı başlarında genç bir adam vardı. Fotoğrafı eline alıp onları bulacağım, dedi. İçinden defalarca tekrarlardı bu cümleyi. Sonra kafasını çevirip adamın gözlerinin içine bakıp adamın bir şeyler söylemesini bekledi. Adam kendinden emin bir ses tonuyla söze başladı. 

“yine......” derken
“baba, lütfen” diyerek oğlu adamın sözünü kesti. 

Zeynep ne diyeceğini bilemedi sessizce onlara bakmaya devam etti. Kalp atışlarını duyumsayamayıp soluğunun kesildiğini hissetti bir anda. Derin bir nefes almaya çalıştı. Elindeki fotoğrafa tekrar baktı. Kafası karmakarışıktı, midesi bulanıyordu. Dengesini kaybedip düşmek üzereydi ki oğlu kolundan tutarak pencerenin kenarındaki tekli koltuğa getirip oturmasına yardım etti. Geçmişini kaybetmiş, tüm bağlantıları birer birer silinmiş yaşlı kadın geçmişinin küllerini en derin yerinden eşelerken bulduğu o en değerli anı düşünüp o anı tekrar tekrar yaşayarak karanlık sahili izlemeye devam etti.

*

Bir yaz gecesinde bir hastane odasındaydı. Üzerinde yeşil bir örtü vardı. Yanı başında olan kocasının elini sımsıkı tutup, gözlerine bakıp gülümsüyordu. 

Bir doktor ve bir hemsire odaya girdi. Zeynep’i muayene eden doktor, kanal neredeyse 9 santim olmuş, hastayı ameliyathaneye alalım artık, dedi.   Zeynep ameliyathaneye götürülürkün bu anı ne kadar çok beklediğini düşündü. Sonunda oğlumu kucağıma alacağım, dedi.   

Doktor, Zeynep’in önüne gelip üzerindeki örtüye açtı. Zeynep yattığı yerden doktorun komutlarına uymaya çalışıyor, dikkatle onu dinliyordu. Sancı her geldiğinde olanca gücüyle   ıkınıyordu. 

Dakikalar hızla geçiyordu. Bir ara yeter artık, dayanacak gücüm kalmadı diye cığlık attı. 

Kalbi bir an sıkışır gibi oldu. Bir bebek ağlamaya başladı. Kestiler göbek bağını bebeğin. Zeynep'in kucağına verdiler bebeği.

Yazan : Gunes Bloedorn

Çukurdaki Kaldıraç



Uykusunun en derin yerinden uyandırıldı bir siren sesiyle. Beynine giden sinyal bedenini uyanmaya zorluyordu. Yerinden sıçrayan bedeni, odanın bir çığlıkla dolmasına sebep oldu. Bir kaç saniye geçmemişti ki bilinci bedenini teslim aldı kendine. Fiziksel yaşama, varoluşa açtı gözlerini. Odasında kendi yatağında değildi, bu zifiri karanlık odaya nasıl geldiğini ya da getirildiğini hatırlamıyordu. En son hatırladığı şey gece, odasının penceresinden gökyüzünü izlerken uyuyakaldığıydı. Şimdi bilmediği bu yerde bilmediği bir nedenle bulunuyordu.

Ne olup bittiğini anlayabilmek için üzerinde oturduğu zemine dokundu ilk önce. Metaldi ve bir buz kütlesi kadar soğuktu. Vücudunu zorlukla hareket ettirip ayağa kalktı ve bir adım attı. Yerde yumuşak, çok yumuşak olan bir şeye çarptı. Çarptığı şeyin insan bedeni olduğunu anladığında dehşet içinde çığlık atmaya başladı. Boğazı kuruyana kadar, nefessiz kalana kadar çığlık attı. Sesinin yankıları küçücük bu yerde ilerleme fırsatı bulamadan kayboldular. Çok geçmeden odanın durgunluğuna, sükunetine doğru kustu, bir eliyle çarptığı bedenden destek alarak onun üzerine üzerine kustu, istemeyerek. Sonra hıçkıra hıçkıra ağladı. 

Uzun bir süre burada kalmış olmalıydı ki vücudunun her yeri ağrı içindeydi, kaskatı kesilen vücudana  aldırış etmeden tüm cesaretini toplayarak bir adım daha attı. Başka yumuşak bir şeye daha çarptı, bir çığlık attı, sonra bir diğerine çarptı, bir çığlık daha, sonra bir diğerine çarptı artık çığlıklar yerlerini sessiz bir alışkanlığa bıraktı.

Yerde yatan bedenlerden birine parmak uçlarıyla dokundu. Herhangi bir canlılık belirtisi yoktu. Bedenin atmayan kalbini dinledi bir süre. Bir diğer bedenin hayatta olup olmadığını kontrol etti. O zifiri karanlık odada kontrol edebildiklerinin dokuzunun bedeni çoktan boyut değiştirmiş, üçü ise baygın ya da ölmek üzereydi. Bilinçsiz bir şekilde baygın olanlara, duyuyor musunuz beni, uyanın, dedi. Herhangi bir tepki görmedi haykırışları. 

Tahammül edilemez derecede pis kokular yayılıyordu saatler ilerledikçe. Odayı her tür koku sarmıştı; korkunun, bilinmezin, sıkıntının, ölü bedenlerin kokusu. Yere oturup kıvrıldı kendi yalnızlığına ve çaresizliğine o bilinmeyen yerde, bilinmeyenden duyduğu korkuyla. Ölümü beklemeye koyuldu, zaman kavramı ise coktan yitip gitmişti ama hissedebiliyordu çok zaman geçtiğini. Bu garip yer gittikçe karanlıklaşıyor, zihnindeki her şey bulanıklaşıyordu bir bir. Oradaydı bu gerçekti ama neden orada olduğuna dair herhangi bir fikri yoktu. Hissettiği şeyler bir tür acizlik, bezginlik ve kızgınlıktı.


Tüm gücünü toplayarak kararlı bir şekilde ayağa kalktı. Odada el yordamıyla bir tur attı. Odanın uzun iki kenarı yirmi adımda, kısa iki kenarı ise on adımda bitiyordu ve insan bedenleri odanın her yerine eşit şekilde konulmuştu. Eli tavana yetişmediği için odanın yüksekliği hakkında herhangi bir fikri yoktu. Zeminde ise girintiler çıkıntılar vardı. Aynı zamanda o, odada yürüdükçe zemin kıpırdıyordu. Zeminin altında yerin hareket etmesine neden olan bir nesne olma ihtimali aklına geldi.  Tam bu anda kafasına üşüşen karmakarışık bir yığın fikirden birisi mantıklı geldi. Ölü bedenleri odanın diğer köşesine birer birer uzaklaştırma fikri, bu iki açıdan iyi bir fikirdi hem cesetlerin uzağında olacak kendini daha güvende hissedecek,  hem de o pis kokulardan uzakta olacaktı.

Cesetlerden birini odanın diğer tarafına sürüklerken zeminin diğer köşesinin yavaş yavaş havaya kalktığını, diğer köşesinin ise aşağıya indiğini fark etti. Bir tarafı yukselen diğer tarafı alçalan bu odanın duvarlarının ve zeminin arasında boşluk oluştugu anda bir ışık huzmesi sızdı tabandan yukarıya doğru. Yeşil olan bu ışık huzmesi bir tür dünyevilik hissi verdi, her şey olabilirdi bu yerin altında, otlar, ağaçlar, çiçekler, su. 

Cesetleri bir bir aynı tarafa yığmaya devam etti.  Boşluk büyüdükçe odaya sızan ışık daha da artıyordu. Oda yeterince aydınlandıktan sonra üzerinde durduğu şeyin bir kaldıraç olduğunu anladı.  Dikdörtgen bir oda, tavanı kapalı, duvarları siyah, zemini siyah bir yerdi burası, o anda odanın sürreal bir eğilimde olan deli bir tasarımcı tarafından tasarlandığını düşündü.
Ölü bedenlerin hepsini kaldıracın aşağısına yığdıktan sonra, kaldıracın üst kısmında kalan üç canlı bedenin yanına sürüklene sürüklene tırmanırken kaldıracın aşağısından elektronik bir ses duydu, bir şey açılıp kapandı. Bir kaç dakika geçtikten sonra da kötü bir koku duydu, dönüp cesetlerin olduğu tarafa baktığında cesetlerden birinden yükselen duman ve asidik bir koku havaya yayılıyordu. Bedenlerden biri yavaş yavaş yok olurken kaldıracın yukarıda kalan kısmı da yavaş yavaş aşağıya iniyordu. Bir ceset yok olmak üzereyken diğerinde de başlamıştı aynı reaksiyon. 

Yükselen kötü kokulardan dolayı öksürmeye başladı. Panik halinde ne yapacağını şaşırmıştı.  Yanındaki canlı bedenlerden birini kaldıraçtan bir top gibi yuvarlaya yuvarlaya aşağıya doğru itti.  Sonra bir diğerini, sonra da sonuncusunu itti elleri titreyerek. Sürüklenerek tavana kadar tekrar çıktı zaman kaybedemezdi. Tavana vurdu, avazı çıktığı kadar, kimse yok mu, diye bağırdı.  Elleriyle tavanın uzanabildiği her noktasına dokunmaya çalıştı, Sonunda eline bir şey değdi. Bu bir duğmeydi, hızlıca tekrar tekrar bastı düğmeye.

Birden tavan otomatik bir şekilde açıldı. İçeriye gözü kör edebilecek derecede çok güçlü beyaz bir ışık yansıdı. Gözlerini sımsıkı kapattı, sonra yavaş yavaş açtı. Gözleri ışığa alıştıktan sonra kafasını kaldırıp dışarıya doğru uzattı, gördüklerinden dolayı ne bir ses çikarabildi ne de hareket edebildi.

Sonsuz bir boşlugu andıran bu yerde her şey bembeyazdı. Oda o kadar sessizdi ki belli belirsiz bir kıpırdama duyduğunda kafasını bir hışımla sağ tarafına çevirdi ve gördükleri karşısında sessizce yutkundu.  Dışarıda bir köşede beyaz önlüklü, yüzleri maskeli üç kişi ona dönük bir şekilde kıpırdamadan onu izliyorlardı. Birden bire uyum içinde yavaş yavaş yürümeye başladılar. Çukurun etrafında bir tur attılar.

Bir süre sessizce izledi onları çukurdan.  Elini uzatınca uzanıyordu tepeye, ama dışarıya çıkmaya cesaret edemiyordu, aynı zamanda da milim milim aşağıya doğru inen bu kaldıracın tepesinde bir saniye bile kaybetmemesi gerektiğini biliyordu.  Daha fazla bekleyemezdi, sonunda tum gücünü toparlayıp kendini bu bekleyişin içinden dışına doğru itti. 

Çukurun dışında yerde boylu boyunca, nefes nefese yatarken insanların ona doğru yaklaştıklarını gördü, önünde durdular hiç bir şey demeden. Korkudan tir tir titrerken ayağa kalkma cesaretinde bulunabildi. Tekrar yürümeye başlayan bu insanların arkalarında çaresizce gittikleri yöne doğru yürüdü.  

Arkasını dönüp çukura bakma cesaretinde bulundu, metal kapı kapanıyordu yavaşça.


Yazan : Gunes Bloedorn
2013

Friday, May 17, 2019