Hava kendi içine kapanmış şehrin üstüne karanlık çoktan çökmüştü. Evlerinin güneye bakan penceresinden yaşlı bir kadın rahat koltuğunda oturmuş dalgaların sesini yakından duymayı, rüzgarı içine çekmeyi hayal ederek denizi izliyordu. Zorla uzandığı pencereyi bir hışımla tutup açmasıyla rüzgar pencereden içeriye süzüldü ve tül perde kadının yüzüne çarptı. Rüzgarı tüm bedeninde hissederken bir yandan da evin içindeki hareketliliği göz ucuyla takip ediyordu. Odanın içindeki genç bir kadın yüzünü göremediği bir adamı uğurlayıp kapıyı kilitledi. Anahtarı kapının üzerinden çekip konsolun üzerindeki ahşap bir kutunun içine koydu. Sonra da sahili izleyen yaşli kadına baktı. Pencereyi yine mi açtınız hasta olacaksınız Zeynep Hanım, dedi. İçeriye girip hızlıca kapattı pencereyi sonra da tül perdeyi bir hışımla çekti. Yaşlı kadına bakıp, bir şey ister misiniz hanımefendi, diye sordu. Zeynep cevap vermeden kafasını pencereye doğru çevirip sahili izlemeye devam etti. Genç kadın ise odadan çıkıp mutfağa gitti.
Zeynep’in kulağı mutfaktan gelen seslerdeydi. Musluktan gelen su sesi kesilmeden evden çıkması gerektiğini düşündü. Koltuktan destek alarak ayağa kalktı, konsola doğru sendeleyerek yürüyüp eski ahşap kutuyu açıp anahtarı eline aldı. Konsolun üzerindeki aynaya yansıyan derinleşmiş kırışıklıklarına baktı. Bu yaşlı beden benim bedenim değil, dedi. Kelimeleri ile bedeninin uzlaşamadığı o anda gözü konsol ile aynanın çerçevesinin arasına sıkıştırılmış bir fotoğrafa takıldı. İyice yaklaştıktan sonra görebildiği fotoğrafta hastane odasında kucağında yenidoğan bebeğiyle bir kadın ve hemen yanı başlarında genç bir adam vardı. Onları bulacağım, dedi kararlı bir şekilde. İçinden defalarca tekrarlardı bu cümleyi. Tir tir titreyen elleriyle kilitli kapıyı açması biraz zaman aldıysa da sonunda kapıyı açtı. Usulca attığı adımlarıyla kapıdan bahçeye çıktı. Bahçedeki rengarenk papatyaları ardında bırakarak sahile açılan kapıdan dışarı çıktı.
Sahildeki taş yığınlarının üzerinde yalınayak bata çıka yürüyüp kumsalın dalgalarla buluştuğu yere geldi. Nefes nefeseydi. Zorla ayakta durabilen yaşlı kadın artık kapandığı evinde değil dışarıdaydı. Ellerini denizi kucaklar gibi kaldırıp derin bir nefes aldı ve içine dolduruğu hüzünlerini tükürdü sahile sonra çevresine bakındı. Sağının solunun ne taraf olduğunu kestiremeden rastgele bir seçim yapıp soluna doğru yürümeye başladı.
Onları bulacağım, dedi. Oğlu ve kocasını en son ne zaman gördüğünü hatırlayamadığı gibi nerede olduklarını da bilmiyordu. Kafası öylesine karışmıştı ki hafızasında karıncalanmaya başlayan bir sersemlik kendini göstermişti, başı dönüyordu. Ama o attıkça uzayan adımlarıyla yolun devam etti. Yüzünde huzursuz bir ifade vardı. Bir yolcu yalnızlığında uzaklaşan yaşlı kadın sonunda sahilin bittiği yerdeki kayalara vardı. Kayaların üstünde bir lokantaya vardı. Lokantadan yükselen gürültü onu öylesine korkuttu ki çığlık atmasına sebep oldu. Korkudan olduğu yere yatıp ayaklarını karnına doğru çekti. Dalgalar üzerinden geçerken bir bir ağır bedeni bir o yana bir bu yana sürekleniyordu sahilde.
Gecenin karanlığı iyiden iyiye hissediliyordu. Lokantadaki kalabalık dağıldı. Sahilde boylu boyunca uzanan kadını kimse görmedi. Sahile artık sessizlik hakimdi. Tek duyulan şey insana huzur veren dalgaların sesleriydi. Zeynep sessizliği duyduğu an gözlerini usulca açtı. Saçı, üstü başı ıslak, her tarafı kumdu. Zorla ayağa kalkabildi. Denizin karanlık derinlerine uzun uzun baktı. Denizin içine içine doğru atarken adımlarını arkasına dönüp geride kalan kumsala baktı. Çok ilerlediğini fark ettiğinde kendini teslim etti sakin dalgalara.
Dalgalar Zeynep'in bedenini sahile getirdi yavaş yavaş. Hala hayattaydı. Nerede olduğuna dair en ufak bir fikri yoktu. Zorla ayağa kalkıp etrafa baktı. Kapkaranlık sahilde bir evin ışıklarının açık olduğunu gördü. Evin bahçe kapısına yaklaşıp kapıyı itekledi. Bahçeden geçip hızlı hızlı vurdu iç kapıya. Kapı açıldı. Kapıyı açan adam yüzündeki o ifadesiz bakışlarıyla kadının yüzüne baktı. Sessizce arkasını dönüp pencerenin yanındaki iki koltuktan birine oturdu. Gözlüklerini ve kitabını önündeki sehpadan alıp kucağına koydu. Elini kitabın üzerine koyup parmaklarıyla kitabın üzerinde sesler çıkardı. Sonra gözlüklerini takıp kitapta kaldığı sayfayı açtı. Adam gözlerini kadından kaçırıyordu ama elinde tuttuğu kitabı da okumuyordu. Çok geçmeden adam sehpadan sigara paketini alıp içinden yarısı içilmiş bir sigarayı çıkardı ve bir kibritle yaktı. Kibriti dudaklarına kadar getirip üfleyerek söndürdü. Bir ara yeleğinden çıkardığı köstekli saatine baktı.
Zeynep ise olduğu yerde kıpırdamadan anlamsız gözlerle adama bakıyordu. Adamın kocasına ne kadar da benzediğini düşündü. Eliyle kitabın üzerinde çıkardığı sesler, sigarayı yakıp üfleyişi, gözlerinin derinliği nedense cok tanıdık geliyordu. Adamın kendi kocası olduğunu anımsadığında adamın gozlerinin içine bakıp, ne kadar da yaslanmışsın, dedi o yumuşak sesiyle.
Adam hafifçe kafasını kaldırıp Zeynep’e baktı, gözüyle karşısındaki tek kişilik koltuğu işaret etti. Zeynep sessizce gidip koltuğa oturdu. Kendi içine sığmayan küçücük bu odada sessizce oturdular. Çok geçmeden genç bir oğlan anne, diyerek odaya girip kadına sarıldı. Kadın içinde nedenini anlamadığı büyük bir keder duydu belli ki genç oğlan kendi oğluydu ama bir türlü hatırlayamıyordu yüzünü. Onu en son gördüğünde bir bebekti, ne ara bu kadar büyümüştü. Bunun gerçek olabileceğine ihtimal vermiyordu. Başını şiddetle sallayarak genç adamı itip, sen benim oğlum değilsin, dedi ve ağlamaya başladı hıçkıra hıçkıra.
Zeynep bir süre sonra sakinleşmişti. Hafızasını zorladı, ama bir türlü hiçbir anı çıkıp gelmiyordu sislerin içinden. Evin içine söyle bir göz gezdirdi. Eski bir televizyon, kitapları toz tutmuş bir kitaplık, boyası sararmış duvarlar ve bir kaç eski koltuk ve bir konsol vardı. Konsolun aynasıyla çerçevesinin arasına sıkıştırılmış bir fotoğraf gördü. Gözleri fotoğrafta ne olduğunu seçemediği için ayağa kalktı, içinde duyduğu büyük bir merakla bir kaç adım atıp fotoğrafı görebilecek mesafeye geldiğinde fotoğrafı eline aldı. Fotoğrafta hastane odasında kucağında yenidoğan bebeğiyle bir kadın ve hemen yanı başlarında genç bir adam vardı. Fotoğrafı eline alıp onları bulacağım, dedi. İçinden defalarca tekrarlardı bu cümleyi. Sonra kafasını çevirip adamın gözlerinin içine bakıp adamın bir şeyler söylemesini bekledi. Adam kendinden emin bir ses tonuyla söze başladı.
“yine......” derken
“baba, lütfen” diyerek oğlu adamın sözünü kesti.
Zeynep ne diyeceğini bilemedi sessizce onlara bakmaya devam etti. Kalp atışlarını duyumsayamayıp soluğunun kesildiğini hissetti bir anda. Derin bir nefes almaya çalıştı. Elindeki fotoğrafa tekrar baktı. Kafası karmakarışıktı, midesi bulanıyordu. Dengesini kaybedip düşmek üzereydi ki oğlu kolundan tutarak pencerenin kenarındaki tekli koltuğa getirip oturmasına yardım etti. Geçmişini kaybetmiş, tüm bağlantıları birer birer silinmiş yaşlı kadın geçmişinin küllerini en derin yerinden eşelerken bulduğu o en değerli anı düşünüp o anı tekrar tekrar yaşayarak karanlık sahili izlemeye devam etti.
*
Bir yaz gecesinde bir hastane odasındaydı. Üzerinde yeşil bir örtü vardı. Yanı başında olan kocasının elini sımsıkı tutup, gözlerine bakıp gülümsüyordu.
Bir doktor ve bir hemsire odaya girdi. Zeynep’i muayene eden doktor, kanal neredeyse 9 santim olmuş, hastayı ameliyathaneye alalım artık, dedi. Zeynep ameliyathaneye götürülürkün bu anı ne kadar çok beklediğini düşündü. Sonunda oğlumu kucağıma alacağım, dedi.
Doktor, Zeynep’in önüne gelip üzerindeki örtüye açtı. Zeynep yattığı yerden doktorun komutlarına uymaya çalışıyor, dikkatle onu dinliyordu. Sancı her geldiğinde olanca gücüyle ıkınıyordu.
Dakikalar hızla geçiyordu. Bir ara yeter artık, dayanacak gücüm kalmadı diye cığlık attı.
Kalbi bir an sıkışır gibi oldu. Bir bebek ağlamaya başladı. Kestiler göbek bağını bebeğin. Zeynep'in kucağına verdiler bebeği.
Yazan : Gunes Bloedorn
No comments:
Post a Comment