Tuesday, October 8, 2019

Çocuklar İçin En İyi Etkinlik Kitapları

Merhabalar, oğlumla yapmayı çok sevdiğimiz etkinlik kitaplarından 4 tanesini, sizler için sıralamak istedim.Hepsi çok faydalı kitaplar, hepsi çok yaratıcı etkinlikler kitabı. 

Oğlum henüz yazı yazmayı bilmediği için genelde resimlerine bakıyoruz, kitaptan sorular soruyorum, gülüyor, eğleniyoruz.


1- Akıl Fikir Kitabım, Yaratıcı Düşünme Etkinlikleri
Yazar- Aygül Bahar Yılmaz
 Yayınevi - Tudem 

"Her sayfası ayrı bir keşif ve farklı bir deneyim sunan bu etkinlik kitabı, merak duygusunu tetikleyici yönergeleriyle 8 yaş ve üzeri okurlarının hayal güçlerini zenginleştiriyor, bakış açılarını çeşitlendiriyor.

Özgün içeriğiyle fark yaratan Akıl Fikir Kitabım, bilimden sanata, tarihten teknolojiye onlarca farklı konu üzerine; düşünmeye, araştırmaya, tasarlamaya, yazmaya, çizmeye ve hatta karalamaya davet ediyor." (Tudem)











2- Erkek Çocuklar İçin Etkinlik Kitabı
 Yazarlar -
Yayınevi - 1001 Çiçek

"Bu kitap çocukları saatlerce eğlendirerek oyalayacak!

İster farklılıkları bulsun, ister resimler çizip boyasın, isterse de çıkartmalarla kendi resmini yaratsın veya gözlem yaparak sorulan soruları yanıtlasın.

Evde, dışarıda, tatilde… Nerede, ne zaman canı sıkılırsa…

Eğlencelerle dolu bu kitap çocuğunuzun konsantrasyon gelişimine katkı sağlayacak, küçük beyler bu kitabı yanından ayırmayacak!" (1001
Çiçek )

Bu kitabın bizde İngilizcesi var, o yüzden Türkçe kapağını da paylaşmak istiyorum. 



3- Duygularım, Oynuyorum ve Kendimi Tanıyorum
Yazarlar - İsabelle Filliozatö Virginie Limousin, Eric Veille
Yayınevi- Domingo

"Evet küçük dostum, sen de bazen her şeyi kırıp dökmek,  çılgınlar gibi koşmak, en iyi arkadaşına sımsıkı sarılmak, sevinçten zıplamak, hıçkıra hıçkıra ağlamak mı istiyorsun?
Öyle mi? Bu yaşadıklarına duygu patlaması denir. Haydi, kitabı aç ve kendi içinde neler olup bittiğini anla.
Fransa’da pozitif ebeveynlik yönteminde öncü psikoterapist Isabelle Filliozat ile psikoterapist ve çocuk terapisti Virginie Limousin tarafından kaleme alınan, yayımlandığı günden bu yana pek çok ülkede çoksatanlar listelerinde bulunan Duygularım – Oynuyorum ve Kendimi Tanıyorum, 100’den fazla etkinlik ve ebeveyn kitapçığıyla birlikte çocukların içlerinde neler olup bittiğini anlayabilmeleri, “duygularının efendileri” olabilmeleri için özel olarak hazırlandı" (Domingo)





4-Muhteşem Vücudumuza Yolculuk
Yazar-Anna Claybourne, Yayınevi-Tubitak

"Vücudumuz gerçekten muhteşemdir. Nefes alan, hareket eden, beslenen, konuşan ve düşünen bir makinedir! Yüzlerce kemik, milyarlarca bakteri ve trilyonlarca hücre barındırır. Haydi, onu keşfet! Heyecan verici bu keşif yolculuğunda çeşitli etkinlikler, deneyler ve bulmacalar seni bekliyor."
(Tanıtım Bülteninden)




 

 

 

Wednesday, July 3, 2019

DELİ ADAMIN ELİ ŞİFALI



Birden bire yere eğilip, yarısı içilmiş sigarayı hızlıca aldı adam. Yırtık ceketinin iç cebinden çıkardığı sigara kutusuna güzelce yerleştirdi. Sigara kutusundaki diğer yarım sigaraların yanına. Sert bir rüzgar, yola dökülmüş sarı yaprakları aniden yukarı kaldırdığında kirli, uzun beyaz saçlarıyla uzaklaşıyordu adam, elinde yakmaya çalıştığı yarım sigarasıyla.


Bir başka adamsa, oturduğu bankta buruşuk bir kağıttaki bozuk yazılara bakıp gülümsüyordu. Sonra ayağa kalktı. Yorgun bedenini bir iki adım itti dünyada. Durdu. Tekrar gülümsedi. Kağıdın, cebine koyarken düştüğünü fark etmedi. Gülümseyerek yoluna devam etti.

Sirenlerini sonuna kadar açmış eski bir ambulans, bir afişi yırtar gibi sessizliği yırtıp geçti.

Kör bir adam eliyle bulmaya çalışırken gideceği yeri, bir evin kapısına dokundu, kapıyı şöyle bir inceledi. Sonra yoluna devam etti.  

Bir kadın odasının batıya bakan penceresinden dışarıyı izliyordu. Pencerenin önünden yine geçti geçen gün ki adam. İnsanlar ona Sir Bloedorn diyorlardı, aynı zamanda tuhaf adam bu Sir Bloedorn da diyorlardı ona. Kimi deli diyordu ona, kimiyse çok önemli biri. Kimi bazı güçleri olduğuna inanıyor, kimi ise bu adam işe yaramazın teki, diyordu. Karnına kadar uzanan beyaz sakalları, yaz günü bile üzerinden çıkarmadığı kırmızı yağmurluğuyla Sir Bloedorn tam bir muammaydı. İnanan da vardı ona, onu komik bulan da. Bazı tanrılar diyordu Sir Bloedorn, bana bazı tanrılardan daha çok inanan var.  Ve tanrı olmanız için diyordu Sir Bloedorn, size inanan bir kişi olması bile yeterli.

Sir Bloedorn otobüs durağına oturdu.  Beklemeye koyuldu.  Otobüsler birer ikişer gelip geçtiler o istifini hiç bozmadan yerinde öylece oturuyordu. Çok geçmeden ayağa kalktı, giden bir otobüsün arkasından tükürdü. Çantasından bir şey çıkardı. Etrafına baktı, bir ısırık aldı sandviçinden. Sonra gökyüzüne baktı.

Kör adamlar, kadınlar ellerinde bastonlarıyla geçtiler.  Bazılarının gözlerinde siyah gözlük vardı, bazıları ise bir diğerinin koluna girmiş beraber yürüyorlardı.

Saatler geçmeye devam ediyordu.

Sir Bloedorn hala duraktaydı.  Sessizce etrafı izliyordu. Bir ara karnına kadar uzanan beyaz sakallarını çekiştirdi. Üzerindeki kırmızı yağmurluğun fermuarını boynuna kadar çekti. Elini çantasına uzatıp su şişesini çıkardı ve bir kaç yudum su içti. Sonra gökyüzüne baktı ve su şişesini oturduğu bankın üzerine koydu.  Oturduğu bankta, ayaklarını oyun oynayan küçük bir çocuk gibi bir ileri bir geri salladı. Eliyle saçını düzeltti. Gökyüzüne doğru konuşuyor bir şeyler mırıldanıyordu. Gökyüzüne bakıp, sert bir şekilde hayır dedi, hayır! Sen yanılıyorsun.  Tanrıyla tartışıyor olabillir miydi ki? Bu şiddetli tartışma elbette sadece Sir Bloedorn ve tanrının arasındaydı ama penceresinden Sir Bloedorn’u izleyen kadın bu tartışmada Sir Bloedorn'un haklı çıktığını düşünmüş olmalı ki gülümsüyordu adama bakarken.

Bir kuş uçtu Sir Bloedorn’un önünden yükseldi durağın üzerine kondu. Ardından diğer kuşlar da katıldı bu gösteriye. Kuşların gölgeleri dans etmeye başladı Sir Bloedorn’un üzerinde.  

Ellerinde sigaralarıyla dört adam geçti. Takım elbiseli adamlardı. İkisi sigarayı aynı anda yere fırlattı. Küçük bir kız çocuğu annesinin elinden kurtulup oyuncakçı dükkanına fırladı. Köşedeki saat kulesine bakan bir adam saatini ayarlıyordu.

Çok geçmeden otobüs durağına iki kadın yaklaştı. Kadınlardan biri Sir Bloedorn’un yanına oturdu, diğer ise önünde durdu. Sir Bloedorn gökyüzüne bakmaya çalıştı, kadının geniş bedeni önünü kaplıyordu. Gırtlağından çok ilginç bir ses çıkardı Sir Bleodorn. Kadın, Sir Bloedorn’un rahatsız olduğunu anlamış olmalı ki gidip diğer bir banka oturdu. Kadın adamın ne yaptığına bir göz attı, sonra sırt çantasını bankın üzerine koyup , uzun siyah peruğunu, rengarenk ojeli tırnaklarını ve geceyi düşünmeye koyuldu.

Her şeyin bir anda olup bitmesi kadar hızlı değildi aslında. Mesela bir kelebeğin kanat çırpışındaki ahenk kadar yavaş ve narindi. Aynı kelebeğin boyut değistirirken çırptığı kanatları kadar da hızlıydı. O anda Sir Bloedorn orada olmayabilirdi ama oradaydı ve her şeyin oluş bitişi böylece başlamıştı. Yani olayların akışı değiştirelemezdi ya da şöyle denilebilirdi olayların akışını değiştirmek doğanın dengesini bozabilirdi, sonuçları ise katlanılamaz olabilirdi. Ama Sir Bloedorn, bir insanın geleceğinde kötü bir şey olacağını bile bile olaylara kayıtsız kalacak birine hiç benzemiyordu.

Duraktaki kadınlardan biri bağırmaya başladı birden bire, diğeri ise yerde bilincini kaybetmiş bir şekilde yatıyordu. Sir Bloedorn ne olduğunu hiç merak etmiyor ne olduğunu biliyordu. Bir tanrı gibi olaylara uzak kalmayı seçebilirdi ama o bunu tercih etmedi ve sakin bir tavırla yavaş yavaş ayağa kalktı, durağın etrafı oldukça kalabalıklaşmıştı. Ölüm çığlıkları oraya toplamıştı insanları. Kargaşanın içine doğru bir adım attı Sir Bloedorn. Kafasını göğe doğru kaldırıp tanrılardan izin almayı düşündü ama vazgeçmişti. Belli ki kendini, tanrılardan izin almayacak kadar tanrı hissetmişti.

Çevredeki insanlar deli diye düşündükleri Sir Bloedorn’a baktılar, onun burada ne işi var diye söyleniyorlardı ki Sir Bloedorn kalabalığı elinin tersiyle ittirerek yerde yatan kadına yaklaştı.
 Kalabalık adamın ne yapmaya çalıştığını anlamak istedi ama elbette onu anlayabilecek şey yalnızca tanrılardı.

Sir Bloedorn kararsız bir şekilde elini kadının kafasına doğru uzattı. Ürkek bir tavırla hızlıca geri çekti. Tanrılar ile olan tartışmalarından sonra belli ki ya tanrılardan birinin, artık hangisiyse, emirlerini almıştı ya da tanrılardan birine, artık hangisineyse, kendisini kanıtlayabileceği bir fırsat doğmuştu. Sonra belli ki kafasında tüm ihtimalleri değerlendirmiş, tüm gücünü toplamıştı. Kendinden emin bir tavırla kadının kafasının tam üzerine doğru koyuverdi elini, hızlıca. Vakit kaybedemezdi, her şeyin çok hızlı olması gerekiyordu.

Çevredekiler korkuyla Sir Bloedorn’u tutup uzaklaştırmaya çalıştılar ama Sir Bloedorn o kadar güçlüydü ki bir ellerinin sonsuz kırışıklığıyla  istese ağaçların köklerini derinlerinden söker, göğe ekerdi onları bir bir. İstese tahta kurularını bir bir ayıklardı içindeki iskeletinden. İşte o bu güçlü elleri bir kez daha kadının kafasının üzerine koydu. Yerde sessizce yatan kadının boyutlar arası seyahat eder gibi irkildi olduğu yerde. Kim bilir nerelere gitti, kim bilir kimleri ziyaret etti.

Kadının ağzından bir şeyler dökülüverdi yere. Işık dedi sanki, ve devam etti, ışıkları kapatın. Etraftakiler birden dehşete düşüp fısıldaşmaya başladı. Kimse kadının bilinçaltından dökülen bu kelimeleri anlayamadı.

Sir Bloedorn kalabalığa aldırmaksızın parmak uçları ile kadının kafasına dokunmaya devam etti.  Kadının beyninin içinde neler olduğunu görüyordu. Kadının beynindeki damarlara parmak uçları değdi Sir Bloedorn’un. En zayıf olduğu noktadan kopan damarın iki ucunu tuttu ve birleştirdi birbirine Sir Bloedorn.  

Sıradan insanların kavramayacağı olağanüstü niteliği olan sıradan cümlelerle açıklanamayan açıklansa da kulağa saçma gelen aynı zamanda kalabalığı rahatsız edip onları dehşete düşüren bir şey yaşandı herkesin gözünün önünde, aynı zamanda gözünün ötesinde.

Kadın aceleyle gözlerini açtı etrafına baktı. Bilinci geri gelen kadın, bizim bilmediğimiz bir yerden geri gelmiş gibiydi. Kopuk kopuk bir şeyler anımsayacaktı belki ama çok iyi sır saklayabilecek bir görüntüsü vardı kadının. Bir kaç saniye geçmeden usulca gözlerini kapadı, çok yorgun görünüyordu dinlenmeye ihtiyacı vardı.

 Etraftaki kalabalık ise bu sırada,
“DELİ ADAMIN ELİ ŞİFALI’ diyerek çığlıklar atıyorlardı. Bu olaydan sonra kendini sonlandıran bir sır gibi afişe eden Sir Bloedorn’un sözlerinden biri bu şehirde ağızdan ağıza dolaşmaya başlayacaktı. Söyle diyeceklerdi; “GARİPLİKLERİ YAŞAMAK KAÇINILMAZDIR.”


Aynı anda.

Gücü tükenen Sir Bloedorn, yüzündeki çok eski bir ifadeyle bir kaç adım atıp insanlardan uzaklaştı. Bir kuytuda daha fazla dayanamayıp yere yıkılıverdi. Gözlerini gökyüzüne dikmiş boyut değiştirmeye hazırlanıyordu sanki. Benzi sararmış elleri titriyordu. Cebinden bir kağıt parçasını çıkarıp yere koydu usulca.

Bir yavaşlık bir tenhalık çöktü şehrin gölgelerinin üzerine.

Sir Bloedorn ayağa kalktı. Sağına soluna bakmadan karşıya geçti.  Yere gözlerini dikti ve sonra eğilip yerde duran beyaz kâğıt parçasını alıp okumaya çalıştı. Kafasını kaldırdı o kadar yakındı ki penceredeki kadına aralarındaki tek şey bir pencere ve bir kaç adımdı.  

Elinde tuttuğu kağıt ve sigara kutusundan çıkardığı yarısı içilmiş sigarasıyla bir gece gibi tek kelime etmeden uzaklaştı şehirden.

Yazan : Gunes Bloedorn

Wednesday, June 26, 2019

Akıl Fikir Kitabım - Tasarla, yaz, çiz, karala!

Tasarla, yaz, çiz, karala!

 

Aygül Bahar Yılmaz’ın yazıp Güneş Bloedorn’un resimlediği Akıl Fikir Kitabım, çocukların yaratıcılığını geliştirip onları sürekli yeni şeyler üretmeye teşvik eden, etkileşimli bir başvuru kaynağı.


Her sayfası ayrı bir keşif ve farklı bir deneyim sunan bu etkinlik kitabı, merak duygusunu tetikleyici yönergeleriyle 8 yaş ve üzeri okurlarının hayal güçlerini zenginleştiriyor, bakış açılarını çeşitlendiriyor.


Özgün içeriğiyle fark yaratan Akıl Fikir Kitabım, bilimden sanata, tarihten teknolojiye onlarca farklı konu üzerine; düşünmeye, araştırmaya, tasarlamaya, yazmaya, çizmeye ve hatta karalamaya davet ediyor.


İnsanların konuşamadığı ve her şeyi beden diliyle anlatmaya çalıştıkları bir ortamda mutlu olduğunu hangi hareketlerle ifade edersin? Bir mucize oldu ve bir resmin içinde yaşamaya başladın. Resmin içindeyken neler hissedersin? Peki, gelecek yılki kendine bir mektup yazmanı istesek, hayallerine ve amaçlarına ulaşmak için ne tavsiye edersin?


Yaratıcı düşünme etkinlikleriyle dolup taşan Akıl Fikir Kitabım, müzik aleti icat etmekten, Mars’ta araştırma gezisi yapmaya uzanan seçkisiyle çocukların ilgi alanlarına seslenen zengin bir içerik sunuyor. Evde, okulda, parkta, otobüste, plajda, kısacası her yerde ve her çantada yer edinecek bu eğlenceli kitap, hayal gücünün sınırlarını zorlamaya çağırıyor.

Gerek bireysel olarak gerekse sınıf ortamında çocukların keyifli ve nitelikli zaman geçirmelerine olanak sağlayan Akıl Fikir Kitabım, empati kurma, başkalarıyla işbirliği yapma gibi olumlu kazanımları pekiştiriyor.

(Tanıtım Bülteninden)

Thursday, May 30, 2019

Cukurova Hatirasi Illustrasyon- Tarihi yerler haritasi

Cukurova Kalkinma Ajansi tarafindan duzenlenen Cukurova temali hediyelik esya tasarim yarismasi icin hazirladigim tasarim. Odul alamadim ama sadece sergilenmeye deger bulundu. Urun uzerinde nasil durdugu asagidaki fotograflardadir.




Sunday, May 19, 2019

BİR YAZ GECESİ



Hava kendi içine kapanmış şehrin üstüne karanlık çoktan çökmüştü. Evlerinin güneye bakan  penceresinden yaşlı bir kadın rahat koltuğunda oturmuş dalgaların sesini yakından duymayı, rüzgarı içine çekmeyi hayal ederek denizi izliyordu. Zorla uzandığı pencereyi bir hışımla tutup açmasıyla rüzgar pencereden içeriye süzüldü ve tül perde kadının yüzüne çarptı. Rüzgarı tüm bedeninde hissederken bir yandan da evin içindeki hareketliliği göz ucuyla takip ediyordu. Odanın içindeki genç bir kadın yüzünü göremediği bir adamı uğurlayıp kapıyı kilitledi. Anahtarı kapının üzerinden çekip konsolun üzerindeki ahşap bir kutunun içine koydu. Sonra da sahili izleyen yaşli kadına baktı. Pencereyi yine mi açtınız hasta olacaksınız Zeynep Hanım, dedi.  İçeriye girip hızlıca kapattı pencereyi sonra da tül perdeyi bir hışımla çekti.  Yaşlı kadına bakıp, bir şey ister misiniz hanımefendi, diye sordu. Zeynep cevap vermeden kafasını pencereye doğru çevirip sahili izlemeye devam etti. Genç kadın ise odadan çıkıp mutfağa gitti.  

Zeynep’in kulağı mutfaktan gelen seslerdeydi. Musluktan gelen su sesi kesilmeden evden çıkması gerektiğini düşündü. Koltuktan destek alarak ayağa kalktı, konsola doğru sendeleyerek yürüyüp eski ahşap kutuyu açıp anahtarı eline aldı. Konsolun üzerindeki aynaya yansıyan derinleşmiş kırışıklıklarına baktı. Bu yaşlı beden benim bedenim değil, dedi. Kelimeleri ile bedeninin uzlaşamadığı o anda gözü konsol ile aynanın çerçevesinin arasına sıkıştırılmış bir fotoğrafa takıldı. İyice yaklaştıktan sonra görebildiği fotoğrafta hastane odasında kucağında yenidoğan bebeğiyle bir kadın ve hemen yanı başlarında genç bir adam vardı. Onları bulacağım, dedi kararlı bir şekilde. İçinden defalarca tekrarlardı bu cümleyi.  Tir tir titreyen elleriyle kilitli kapıyı açması biraz zaman aldıysa da sonunda kapıyı açtı. Usulca attığı adımlarıyla kapıdan bahçeye çıktı. Bahçedeki rengarenk papatyaları ardında bırakarak sahile açılan kapıdan dışarı çıktı.  

Sahildeki taş yığınlarının üzerinde yalınayak bata çıka yürüyüp kumsalın dalgalarla buluştuğu yere geldi. Nefes nefeseydi. Zorla ayakta durabilen yaşlı kadın artık kapandığı evinde değil dışarıdaydı. Ellerini denizi kucaklar gibi kaldırıp derin bir nefes aldı ve içine dolduruğu hüzünlerini tükürdü sahile sonra çevresine bakındı. Sağının solunun ne taraf olduğunu kestiremeden rastgele bir seçim yapıp soluna doğru yürümeye başladı.

Onları bulacağım, dedi. Oğlu ve kocasını en son ne zaman gördüğünü hatırlayamadığı gibi nerede olduklarını da bilmiyordu. Kafası öylesine karışmıştı ki hafızasında karıncalanmaya başlayan bir sersemlik kendini göstermişti,  başı dönüyordu.  Ama o attıkça uzayan  adımlarıyla yolun devam etti.  Yüzünde huzursuz bir ifade vardı. Bir yolcu yalnızlığında uzaklaşan yaşlı kadın sonunda sahilin bittiği yerdeki kayalara vardı. Kayaların üstünde bir lokantaya vardı. Lokantadan yükselen gürültü onu öylesine korkuttu ki çığlık atmasına sebep oldu. Korkudan olduğu yere yatıp ayaklarını karnına doğru çekti. Dalgalar üzerinden geçerken bir bir ağır bedeni bir o yana bir bu yana sürekleniyordu sahilde.

Gecenin karanlığı iyiden iyiye hissediliyordu. Lokantadaki kalabalık dağıldı. Sahilde boylu boyunca uzanan kadını kimse görmedi. Sahile artık sessizlik hakimdi. Tek duyulan şey insana huzur veren dalgaların sesleriydi. Zeynep sessizliği duyduğu an gözlerini usulca açtı. Saçı, üstü başı ıslak, her tarafı kumdu. Zorla ayağa kalkabildi. Denizin karanlık derinlerine uzun uzun baktı.  Denizin içine içine doğru atarken adımlarını arkasına dönüp geride kalan kumsala baktı. Çok ilerlediğini fark ettiğinde kendini teslim etti sakin dalgalara. 

Dalgalar Zeynep'in bedenini sahile getirdi yavaş yavaş. Hala hayattaydı. Nerede olduğuna dair en ufak bir fikri yoktu. Zorla ayağa kalkıp etrafa baktı. Kapkaranlık sahilde bir evin ışıklarının açık olduğunu gördü. Evin bahçe kapısına yaklaşıp kapıyı itekledi. Bahçeden geçip hızlı hızlı vurdu iç kapıya. Kapı açıldı. Kapıyı açan adam yüzündeki o ifadesiz  bakışlarıyla kadının yüzüne baktı. Sessizce arkasını dönüp pencerenin yanındaki iki koltuktan birine oturdu. Gözlüklerini ve kitabını önündeki sehpadan alıp kucağına koydu. Elini kitabın üzerine koyup parmaklarıyla kitabın üzerinde sesler çıkardı. Sonra gözlüklerini takıp kitapta kaldığı sayfayı açtı. Adam gözlerini kadından kaçırıyordu ama elinde tuttuğu kitabı da okumuyordu. Çok geçmeden adam sehpadan sigara paketini alıp içinden yarısı içilmiş bir sigarayı çıkardı ve bir kibritle yaktı. Kibriti dudaklarına kadar getirip üfleyerek söndürdü. Bir ara yeleğinden çıkardığı köstekli saatine baktı. 

Zeynep ise olduğu yerde kıpırdamadan anlamsız gözlerle adama bakıyordu.  Adamın kocasına ne kadar da benzediğini düşündü. Eliyle kitabın üzerinde çıkardığı sesler, sigarayı yakıp üfleyişi, gözlerinin derinliği nedense cok tanıdık geliyordu. Adamın kendi kocası olduğunu anımsadığında adamın gozlerinin içine bakıp, ne kadar da yaslanmışsın, dedi o yumuşak sesiyle. 

Adam hafifçe kafasını kaldırıp Zeynep’e baktı, gözüyle karşısındaki tek kişilik koltuğu işaret etti. Zeynep sessizce gidip koltuğa oturdu. Kendi içine sığmayan küçücük bu odada sessizce oturdular. Çok geçmeden genç bir oğlan anne, diyerek odaya girip kadına sarıldı. Kadın içinde nedenini anlamadığı büyük bir keder duydu belli ki genç oğlan kendi oğluydu ama bir türlü hatırlayamıyordu yüzünü. Onu en son gördüğünde bir bebekti, ne ara bu kadar büyümüştü. Bunun gerçek olabileceğine ihtimal vermiyordu. Başını şiddetle sallayarak  genç adamı itip, sen benim oğlum değilsin, dedi ve ağlamaya başladı hıçkıra hıçkıra.  

Zeynep bir süre sonra sakinleşmişti. Hafızasını zorladı, ama bir türlü hiçbir anı çıkıp gelmiyordu sislerin içinden. Evin içine söyle bir göz gezdirdi. Eski bir televizyon, kitapları toz tutmuş bir kitaplık, boyası sararmış duvarlar ve bir kaç eski koltuk ve bir konsol vardı. Konsolun aynasıyla çerçevesinin arasına sıkıştırılmış bir fotoğraf gördü. Gözleri fotoğrafta ne olduğunu seçemediği için ayağa kalktı, içinde duyduğu büyük bir merakla bir kaç adım atıp fotoğrafı görebilecek mesafeye geldiğinde fotoğrafı eline aldı. Fotoğrafta hastane odasında kucağında yenidoğan bebeğiyle bir kadın ve hemen yanı başlarında genç bir adam vardı. Fotoğrafı eline alıp onları bulacağım, dedi. İçinden defalarca tekrarlardı bu cümleyi. Sonra kafasını çevirip adamın gözlerinin içine bakıp adamın bir şeyler söylemesini bekledi. Adam kendinden emin bir ses tonuyla söze başladı. 

“yine......” derken
“baba, lütfen” diyerek oğlu adamın sözünü kesti. 

Zeynep ne diyeceğini bilemedi sessizce onlara bakmaya devam etti. Kalp atışlarını duyumsayamayıp soluğunun kesildiğini hissetti bir anda. Derin bir nefes almaya çalıştı. Elindeki fotoğrafa tekrar baktı. Kafası karmakarışıktı, midesi bulanıyordu. Dengesini kaybedip düşmek üzereydi ki oğlu kolundan tutarak pencerenin kenarındaki tekli koltuğa getirip oturmasına yardım etti. Geçmişini kaybetmiş, tüm bağlantıları birer birer silinmiş yaşlı kadın geçmişinin küllerini en derin yerinden eşelerken bulduğu o en değerli anı düşünüp o anı tekrar tekrar yaşayarak karanlık sahili izlemeye devam etti.

*

Bir yaz gecesinde bir hastane odasındaydı. Üzerinde yeşil bir örtü vardı. Yanı başında olan kocasının elini sımsıkı tutup, gözlerine bakıp gülümsüyordu. 

Bir doktor ve bir hemsire odaya girdi. Zeynep’i muayene eden doktor, kanal neredeyse 9 santim olmuş, hastayı ameliyathaneye alalım artık, dedi.   Zeynep ameliyathaneye götürülürkün bu anı ne kadar çok beklediğini düşündü. Sonunda oğlumu kucağıma alacağım, dedi.   

Doktor, Zeynep’in önüne gelip üzerindeki örtüye açtı. Zeynep yattığı yerden doktorun komutlarına uymaya çalışıyor, dikkatle onu dinliyordu. Sancı her geldiğinde olanca gücüyle   ıkınıyordu. 

Dakikalar hızla geçiyordu. Bir ara yeter artık, dayanacak gücüm kalmadı diye cığlık attı. 

Kalbi bir an sıkışır gibi oldu. Bir bebek ağlamaya başladı. Kestiler göbek bağını bebeğin. Zeynep'in kucağına verdiler bebeği.

Yazan : Gunes Bloedorn

Çukurdaki Kaldıraç



Uykusunun en derin yerinden uyandırıldı bir siren sesiyle. Beynine giden sinyal bedenini uyanmaya zorluyordu. Yerinden sıçrayan bedeni, odanın bir çığlıkla dolmasına sebep oldu. Bir kaç saniye geçmemişti ki bilinci bedenini teslim aldı kendine. Fiziksel yaşama, varoluşa açtı gözlerini. Odasında kendi yatağında değildi, bu zifiri karanlık odaya nasıl geldiğini ya da getirildiğini hatırlamıyordu. En son hatırladığı şey gece, odasının penceresinden gökyüzünü izlerken uyuyakaldığıydı. Şimdi bilmediği bu yerde bilmediği bir nedenle bulunuyordu.

Ne olup bittiğini anlayabilmek için üzerinde oturduğu zemine dokundu ilk önce. Metaldi ve bir buz kütlesi kadar soğuktu. Vücudunu zorlukla hareket ettirip ayağa kalktı ve bir adım attı. Yerde yumuşak, çok yumuşak olan bir şeye çarptı. Çarptığı şeyin insan bedeni olduğunu anladığında dehşet içinde çığlık atmaya başladı. Boğazı kuruyana kadar, nefessiz kalana kadar çığlık attı. Sesinin yankıları küçücük bu yerde ilerleme fırsatı bulamadan kayboldular. Çok geçmeden odanın durgunluğuna, sükunetine doğru kustu, bir eliyle çarptığı bedenden destek alarak onun üzerine üzerine kustu, istemeyerek. Sonra hıçkıra hıçkıra ağladı. 

Uzun bir süre burada kalmış olmalıydı ki vücudunun her yeri ağrı içindeydi, kaskatı kesilen vücudana  aldırış etmeden tüm cesaretini toplayarak bir adım daha attı. Başka yumuşak bir şeye daha çarptı, bir çığlık attı, sonra bir diğerine çarptı, bir çığlık daha, sonra bir diğerine çarptı artık çığlıklar yerlerini sessiz bir alışkanlığa bıraktı.

Yerde yatan bedenlerden birine parmak uçlarıyla dokundu. Herhangi bir canlılık belirtisi yoktu. Bedenin atmayan kalbini dinledi bir süre. Bir diğer bedenin hayatta olup olmadığını kontrol etti. O zifiri karanlık odada kontrol edebildiklerinin dokuzunun bedeni çoktan boyut değiştirmiş, üçü ise baygın ya da ölmek üzereydi. Bilinçsiz bir şekilde baygın olanlara, duyuyor musunuz beni, uyanın, dedi. Herhangi bir tepki görmedi haykırışları. 

Tahammül edilemez derecede pis kokular yayılıyordu saatler ilerledikçe. Odayı her tür koku sarmıştı; korkunun, bilinmezin, sıkıntının, ölü bedenlerin kokusu. Yere oturup kıvrıldı kendi yalnızlığına ve çaresizliğine o bilinmeyen yerde, bilinmeyenden duyduğu korkuyla. Ölümü beklemeye koyuldu, zaman kavramı ise coktan yitip gitmişti ama hissedebiliyordu çok zaman geçtiğini. Bu garip yer gittikçe karanlıklaşıyor, zihnindeki her şey bulanıklaşıyordu bir bir. Oradaydı bu gerçekti ama neden orada olduğuna dair herhangi bir fikri yoktu. Hissettiği şeyler bir tür acizlik, bezginlik ve kızgınlıktı.


Tüm gücünü toplayarak kararlı bir şekilde ayağa kalktı. Odada el yordamıyla bir tur attı. Odanın uzun iki kenarı yirmi adımda, kısa iki kenarı ise on adımda bitiyordu ve insan bedenleri odanın her yerine eşit şekilde konulmuştu. Eli tavana yetişmediği için odanın yüksekliği hakkında herhangi bir fikri yoktu. Zeminde ise girintiler çıkıntılar vardı. Aynı zamanda o, odada yürüdükçe zemin kıpırdıyordu. Zeminin altında yerin hareket etmesine neden olan bir nesne olma ihtimali aklına geldi.  Tam bu anda kafasına üşüşen karmakarışık bir yığın fikirden birisi mantıklı geldi. Ölü bedenleri odanın diğer köşesine birer birer uzaklaştırma fikri, bu iki açıdan iyi bir fikirdi hem cesetlerin uzağında olacak kendini daha güvende hissedecek,  hem de o pis kokulardan uzakta olacaktı.

Cesetlerden birini odanın diğer tarafına sürüklerken zeminin diğer köşesinin yavaş yavaş havaya kalktığını, diğer köşesinin ise aşağıya indiğini fark etti. Bir tarafı yukselen diğer tarafı alçalan bu odanın duvarlarının ve zeminin arasında boşluk oluştugu anda bir ışık huzmesi sızdı tabandan yukarıya doğru. Yeşil olan bu ışık huzmesi bir tür dünyevilik hissi verdi, her şey olabilirdi bu yerin altında, otlar, ağaçlar, çiçekler, su. 

Cesetleri bir bir aynı tarafa yığmaya devam etti.  Boşluk büyüdükçe odaya sızan ışık daha da artıyordu. Oda yeterince aydınlandıktan sonra üzerinde durduğu şeyin bir kaldıraç olduğunu anladı.  Dikdörtgen bir oda, tavanı kapalı, duvarları siyah, zemini siyah bir yerdi burası, o anda odanın sürreal bir eğilimde olan deli bir tasarımcı tarafından tasarlandığını düşündü.
Ölü bedenlerin hepsini kaldıracın aşağısına yığdıktan sonra, kaldıracın üst kısmında kalan üç canlı bedenin yanına sürüklene sürüklene tırmanırken kaldıracın aşağısından elektronik bir ses duydu, bir şey açılıp kapandı. Bir kaç dakika geçtikten sonra da kötü bir koku duydu, dönüp cesetlerin olduğu tarafa baktığında cesetlerden birinden yükselen duman ve asidik bir koku havaya yayılıyordu. Bedenlerden biri yavaş yavaş yok olurken kaldıracın yukarıda kalan kısmı da yavaş yavaş aşağıya iniyordu. Bir ceset yok olmak üzereyken diğerinde de başlamıştı aynı reaksiyon. 

Yükselen kötü kokulardan dolayı öksürmeye başladı. Panik halinde ne yapacağını şaşırmıştı.  Yanındaki canlı bedenlerden birini kaldıraçtan bir top gibi yuvarlaya yuvarlaya aşağıya doğru itti.  Sonra bir diğerini, sonra da sonuncusunu itti elleri titreyerek. Sürüklenerek tavana kadar tekrar çıktı zaman kaybedemezdi. Tavana vurdu, avazı çıktığı kadar, kimse yok mu, diye bağırdı.  Elleriyle tavanın uzanabildiği her noktasına dokunmaya çalıştı, Sonunda eline bir şey değdi. Bu bir duğmeydi, hızlıca tekrar tekrar bastı düğmeye.

Birden tavan otomatik bir şekilde açıldı. İçeriye gözü kör edebilecek derecede çok güçlü beyaz bir ışık yansıdı. Gözlerini sımsıkı kapattı, sonra yavaş yavaş açtı. Gözleri ışığa alıştıktan sonra kafasını kaldırıp dışarıya doğru uzattı, gördüklerinden dolayı ne bir ses çikarabildi ne de hareket edebildi.

Sonsuz bir boşlugu andıran bu yerde her şey bembeyazdı. Oda o kadar sessizdi ki belli belirsiz bir kıpırdama duyduğunda kafasını bir hışımla sağ tarafına çevirdi ve gördükleri karşısında sessizce yutkundu.  Dışarıda bir köşede beyaz önlüklü, yüzleri maskeli üç kişi ona dönük bir şekilde kıpırdamadan onu izliyorlardı. Birden bire uyum içinde yavaş yavaş yürümeye başladılar. Çukurun etrafında bir tur attılar.

Bir süre sessizce izledi onları çukurdan.  Elini uzatınca uzanıyordu tepeye, ama dışarıya çıkmaya cesaret edemiyordu, aynı zamanda da milim milim aşağıya doğru inen bu kaldıracın tepesinde bir saniye bile kaybetmemesi gerektiğini biliyordu.  Daha fazla bekleyemezdi, sonunda tum gücünü toparlayıp kendini bu bekleyişin içinden dışına doğru itti. 

Çukurun dışında yerde boylu boyunca, nefes nefese yatarken insanların ona doğru yaklaştıklarını gördü, önünde durdular hiç bir şey demeden. Korkudan tir tir titrerken ayağa kalkma cesaretinde bulunabildi. Tekrar yürümeye başlayan bu insanların arkalarında çaresizce gittikleri yöne doğru yürüdü.  

Arkasını dönüp çukura bakma cesaretinde bulundu, metal kapı kapanıyordu yavaşça.


Yazan : Gunes Bloedorn
2013