Tuesday, November 13, 2012

Başyapıtın Kökü!

Orpheus
 Hep bir kaçış ve varoluş çatışması içinde azgın sulardan boğulup boğulup kurtulan korkak ruhunu ve benliğini bulmaya çalışacaksın. Yokum ve varım diyebilen asi ruhlar arasında sıkışıp kalacaksın. Hayattaki en kötü anın iki durum arasında kalmak olduğunu bile bile kendinde kendini sıkışıp kalmışlıktan kurtarma cesaretini bulmayacaksın.  Ne zor değil mi, ortada bir yerde kalmak?  Ya tanrı vardır diyeceksin ya da tanrı yoktur. Başka seçeneğin olmayacak.  Sense bu iki yargının arasında kalıp sadece bilmiyorum demekle yetineceksin.  

     Sonuna kadar savunacağın bir fikre sahip değilsin, gelgitler yaşıyorsun, gelgitler sürüklüyorlar seni, denizlerden okyanuslara… okyanuslardan boşluklara… bir çok kere boğulma riskin vardı ama boğulmadın, bir o yana gittin bir bu yana. Ve kendine ben kimim diye sordun.  Çaresiz bir sekilde bir o yandan cevaplamaya çalıştın bir bu yandan ama bulamadın cevabı.  Aslında tek istediğin sentez yapmaktı, ama başaramadın.

     Hala kabuslar seni uyandırıyor uykularından. Öylesine gerçek , öylesine acılar ki felç olmuş bedenin gözlerini açmaya zorluyor seni. Ter içinde uyanıyorsun ama olsun ne de olsa sen alışıksın.  Gözlerini tekrar kapatıp bilincini bilinç altına teslim ediyorsun. Gözlerin kapalı ve sen şimdi öldüğünü düşünüyorsun! Tarif etmeye cesaret edemediğin duygular hissediyorsun o karanlık yıkıntılarda! Bu o kadar çok oluyor ki, geçmişten gelmiş olabilme ihtimalinin hayalini kuruyorsun. Her seferinde başka bir ad can buluyor aciz bedeninde! Déjà vu’lar da o kadar çok ki… bazen çok korkuyorsun.

    Karmakarışık felsefi yazılar okumaya devam ediyorsun.  Dahilerin cevaplarını bulamadığı soruların uzerine düşünüyor üstelik de cevapları bulabileceğine inanıyorsun.  Bulduğun her cevap ise karanlık bir mağaradaki tünel gibi.  Çıkış yolları senin cüssenin geçebileceği büyüklükte ve sen geçer geçmez ebediyete kadar kapanacaklar. O çıkış yolunda ilerlerken aldığın nefesin son nefesin olduğunu bilmeyeceksin.  Arkana dönüp baktığında  anlayacaksın ki  attığın adım son adımın. Kalp atışların öylesine hızlanacak ki şöyle bir bakış atacaksın geride kalanlara kahverengi gözlerinle , üstelik kainata göz kırpmayı da unutmayacaksın gözlerindeki o donuk ifadeyle.

    Artık yitiksin, iki dunya arasında sıkışıksın. Olsun ne de olsa sen alışıksın aralarda kalmaya. Eski bir alışkanlık varlığını devam ettirecek. Ama sen korkacaksın ve eskiye dair ne varsa onlardan kurtulmaya dair kendine söz vereceksin.

    İçinde bulunduğun durumdan kaçmaya çalışacaksın yine çünkü bedenin yorgun, sararmış derin incecik, omuzların çökmüş! Ellerin dermansız, gözlerinse anlamsız ! Sonra toprak altında çürümeye yüz  tutmuş cesedinden fısıltılar duymaya başlayacaksın! Çaresizce fısıltıları anlamaya çalışacaksın.  Tüm  benliğin orada neyi düğü belirsiz köklerin arasında daha da derinlere kök salacak. Her bir kökün bir yapıtta baş bulacağına inanacak ve o köklere başyapıtın kökleri diyeceksin gelecekte. 

     Kavramlar çoktan yitip gittiler. Dehşete  kapılmış  ruhunun çığlıkları yankılanıyor uzay boşluğunun derinliklerinde. Ve sen ne yazık  ki bilmiyorsun varoluş çatışması  yaşamayacağını çünkü varoluşun son aşamasındasın. Yok oldun!  Yüzleş bu acı gerçekle! Hep acı gerçek derler ya düşüneceksin onun yerine başka ne kullanabilirim diye.  Ve sıralamaya başlayacakın ; “asla unutulmayacak gerçek, ruhi zarar, başyapıtın  kökü, soğan kabuğunun ruhu, konuşmayı unutmuş battaniye, mavi kapaklı siyah yazan kızgın  kalem, turuncu saçlı  endişeli  kız , janjanlı  ojeler.”  Bulduğun  saçmasapan isim ve sıfat tamlamalarına gülecek ve sonra içlerinden birini seçmek isteyeceksin. En güzeli  “ruhi zarar” diyeceksin kendi kendine. Ve böylece öğrenmeye başlayacaksın, kalıplaşmış yargılardan nasıl kurtulacağını!

     İçinde olduğun gelgitin seni daha önce görmediğin yerelere sürüklemesini bekliyorsun şimdi. Ellerin yine sıkıntıdan terliyor, kendini her an patlayıp un ufak olacakmış gibi hissediyorsun. Aslında o büyük patlamaya hazırsın, sıfır noktasından o yeni başlangıca yönelenebilirsin her an.

    Ruhi zararla yüzleşme zamanım geldi deyip, öldüğünü kabulleneceksin. Kainatın en ruhi zararını kimselere söyleyememenin tedirğinliğini duyacaksın.   Her zaman arkandan konuşanlar devam edecekler, ruhi zararla karşılaştı sonunda, ama olsun tanrı büyüktür affeder, diyecekler. Sense bambaşka, uçsuz bucaksız alemleri görüp zevklerin en yaşanılasını yaşayacaksın.

    Cüretkar olmaya karar vereceksin. Yükseklik korkuna aldırmadan kanatlanıp uzay boşluğunda uçabilecek kadar özgür olacaksın. Gitmek istediğin her yere gidebilme gücüne sahip olacaksın. Elinde uzun zamandır okunmayı bekleyen kıtaplarınla kainatı keşfe çıkacaksın.

     Bir varmış bir yokmuş diye başlayan masalların iki halinde de yaşamış olmanın gururuyla “vay be” diyeceksin.

    Varken yoktun,
    Şimdi,
    Yoksun, ama varlığının özgürlüğüne  kavuştun , yeni yeni fark ediyorsun.
    Baskı  yok,
    Kıyafet  yok,
    Kim ne der yok,
    Sıkışmak  yok,
    Kaybolmak yok,

     Kurtulmanın  zevkini ruhunun en ince noktalarında   hissedeceksin, sıkışıp kaldığın dünya denen o zavallı yerden başka boyutlara kayacaksın  bile bile.

   Savaş  yok
   İhanet  yok
   İntikam  yok
   Düşmanlık  yok
   Bilinmezlik yok
   Eşitsizlik  yok

 Ellerin artık terlemekten vazgeçtiler, kalp atışların da ritmini çoktan değiştirdi.


   Artık;
   Deniz var
  Ağaç var
  Yağmur var
  Balık var
  Kuş var
  Su var
  Uçmak var
  Zıplaya zıplaya koşmak var

        Kararlısın
        Eminsin
        Güçlüsün
        Mutlusun

Ve sen varsın
Yeni beninle özgürsün , uç uçabildiğin kadar….


Gunes Yilmaz
2008-2012

No comments:

Post a Comment