Sunday, May 19, 2019

Çukurdaki Kaldıraç



Uykusunun en derin yerinden uyandırıldı bir siren sesiyle. Beynine giden sinyal bedenini uyanmaya zorluyordu. Yerinden sıçrayan bedeni, odanın bir çığlıkla dolmasına sebep oldu. Bir kaç saniye geçmemişti ki bilinci bedenini teslim aldı kendine. Fiziksel yaşama, varoluşa açtı gözlerini. Odasında kendi yatağında değildi, bu zifiri karanlık odaya nasıl geldiğini ya da getirildiğini hatırlamıyordu. En son hatırladığı şey gece, odasının penceresinden gökyüzünü izlerken uyuyakaldığıydı. Şimdi bilmediği bu yerde bilmediği bir nedenle bulunuyordu.

Ne olup bittiğini anlayabilmek için üzerinde oturduğu zemine dokundu ilk önce. Metaldi ve bir buz kütlesi kadar soğuktu. Vücudunu zorlukla hareket ettirip ayağa kalktı ve bir adım attı. Yerde yumuşak, çok yumuşak olan bir şeye çarptı. Çarptığı şeyin insan bedeni olduğunu anladığında dehşet içinde çığlık atmaya başladı. Boğazı kuruyana kadar, nefessiz kalana kadar çığlık attı. Sesinin yankıları küçücük bu yerde ilerleme fırsatı bulamadan kayboldular. Çok geçmeden odanın durgunluğuna, sükunetine doğru kustu, bir eliyle çarptığı bedenden destek alarak onun üzerine üzerine kustu, istemeyerek. Sonra hıçkıra hıçkıra ağladı. 

Uzun bir süre burada kalmış olmalıydı ki vücudunun her yeri ağrı içindeydi, kaskatı kesilen vücudana  aldırış etmeden tüm cesaretini toplayarak bir adım daha attı. Başka yumuşak bir şeye daha çarptı, bir çığlık attı, sonra bir diğerine çarptı, bir çığlık daha, sonra bir diğerine çarptı artık çığlıklar yerlerini sessiz bir alışkanlığa bıraktı.

Yerde yatan bedenlerden birine parmak uçlarıyla dokundu. Herhangi bir canlılık belirtisi yoktu. Bedenin atmayan kalbini dinledi bir süre. Bir diğer bedenin hayatta olup olmadığını kontrol etti. O zifiri karanlık odada kontrol edebildiklerinin dokuzunun bedeni çoktan boyut değiştirmiş, üçü ise baygın ya da ölmek üzereydi. Bilinçsiz bir şekilde baygın olanlara, duyuyor musunuz beni, uyanın, dedi. Herhangi bir tepki görmedi haykırışları. 

Tahammül edilemez derecede pis kokular yayılıyordu saatler ilerledikçe. Odayı her tür koku sarmıştı; korkunun, bilinmezin, sıkıntının, ölü bedenlerin kokusu. Yere oturup kıvrıldı kendi yalnızlığına ve çaresizliğine o bilinmeyen yerde, bilinmeyenden duyduğu korkuyla. Ölümü beklemeye koyuldu, zaman kavramı ise coktan yitip gitmişti ama hissedebiliyordu çok zaman geçtiğini. Bu garip yer gittikçe karanlıklaşıyor, zihnindeki her şey bulanıklaşıyordu bir bir. Oradaydı bu gerçekti ama neden orada olduğuna dair herhangi bir fikri yoktu. Hissettiği şeyler bir tür acizlik, bezginlik ve kızgınlıktı.


Tüm gücünü toplayarak kararlı bir şekilde ayağa kalktı. Odada el yordamıyla bir tur attı. Odanın uzun iki kenarı yirmi adımda, kısa iki kenarı ise on adımda bitiyordu ve insan bedenleri odanın her yerine eşit şekilde konulmuştu. Eli tavana yetişmediği için odanın yüksekliği hakkında herhangi bir fikri yoktu. Zeminde ise girintiler çıkıntılar vardı. Aynı zamanda o, odada yürüdükçe zemin kıpırdıyordu. Zeminin altında yerin hareket etmesine neden olan bir nesne olma ihtimali aklına geldi.  Tam bu anda kafasına üşüşen karmakarışık bir yığın fikirden birisi mantıklı geldi. Ölü bedenleri odanın diğer köşesine birer birer uzaklaştırma fikri, bu iki açıdan iyi bir fikirdi hem cesetlerin uzağında olacak kendini daha güvende hissedecek,  hem de o pis kokulardan uzakta olacaktı.

Cesetlerden birini odanın diğer tarafına sürüklerken zeminin diğer köşesinin yavaş yavaş havaya kalktığını, diğer köşesinin ise aşağıya indiğini fark etti. Bir tarafı yukselen diğer tarafı alçalan bu odanın duvarlarının ve zeminin arasında boşluk oluştugu anda bir ışık huzmesi sızdı tabandan yukarıya doğru. Yeşil olan bu ışık huzmesi bir tür dünyevilik hissi verdi, her şey olabilirdi bu yerin altında, otlar, ağaçlar, çiçekler, su. 

Cesetleri bir bir aynı tarafa yığmaya devam etti.  Boşluk büyüdükçe odaya sızan ışık daha da artıyordu. Oda yeterince aydınlandıktan sonra üzerinde durduğu şeyin bir kaldıraç olduğunu anladı.  Dikdörtgen bir oda, tavanı kapalı, duvarları siyah, zemini siyah bir yerdi burası, o anda odanın sürreal bir eğilimde olan deli bir tasarımcı tarafından tasarlandığını düşündü.
Ölü bedenlerin hepsini kaldıracın aşağısına yığdıktan sonra, kaldıracın üst kısmında kalan üç canlı bedenin yanına sürüklene sürüklene tırmanırken kaldıracın aşağısından elektronik bir ses duydu, bir şey açılıp kapandı. Bir kaç dakika geçtikten sonra da kötü bir koku duydu, dönüp cesetlerin olduğu tarafa baktığında cesetlerden birinden yükselen duman ve asidik bir koku havaya yayılıyordu. Bedenlerden biri yavaş yavaş yok olurken kaldıracın yukarıda kalan kısmı da yavaş yavaş aşağıya iniyordu. Bir ceset yok olmak üzereyken diğerinde de başlamıştı aynı reaksiyon. 

Yükselen kötü kokulardan dolayı öksürmeye başladı. Panik halinde ne yapacağını şaşırmıştı.  Yanındaki canlı bedenlerden birini kaldıraçtan bir top gibi yuvarlaya yuvarlaya aşağıya doğru itti.  Sonra bir diğerini, sonra da sonuncusunu itti elleri titreyerek. Sürüklenerek tavana kadar tekrar çıktı zaman kaybedemezdi. Tavana vurdu, avazı çıktığı kadar, kimse yok mu, diye bağırdı.  Elleriyle tavanın uzanabildiği her noktasına dokunmaya çalıştı, Sonunda eline bir şey değdi. Bu bir duğmeydi, hızlıca tekrar tekrar bastı düğmeye.

Birden tavan otomatik bir şekilde açıldı. İçeriye gözü kör edebilecek derecede çok güçlü beyaz bir ışık yansıdı. Gözlerini sımsıkı kapattı, sonra yavaş yavaş açtı. Gözleri ışığa alıştıktan sonra kafasını kaldırıp dışarıya doğru uzattı, gördüklerinden dolayı ne bir ses çikarabildi ne de hareket edebildi.

Sonsuz bir boşlugu andıran bu yerde her şey bembeyazdı. Oda o kadar sessizdi ki belli belirsiz bir kıpırdama duyduğunda kafasını bir hışımla sağ tarafına çevirdi ve gördükleri karşısında sessizce yutkundu.  Dışarıda bir köşede beyaz önlüklü, yüzleri maskeli üç kişi ona dönük bir şekilde kıpırdamadan onu izliyorlardı. Birden bire uyum içinde yavaş yavaş yürümeye başladılar. Çukurun etrafında bir tur attılar.

Bir süre sessizce izledi onları çukurdan.  Elini uzatınca uzanıyordu tepeye, ama dışarıya çıkmaya cesaret edemiyordu, aynı zamanda da milim milim aşağıya doğru inen bu kaldıracın tepesinde bir saniye bile kaybetmemesi gerektiğini biliyordu.  Daha fazla bekleyemezdi, sonunda tum gücünü toparlayıp kendini bu bekleyişin içinden dışına doğru itti. 

Çukurun dışında yerde boylu boyunca, nefes nefese yatarken insanların ona doğru yaklaştıklarını gördü, önünde durdular hiç bir şey demeden. Korkudan tir tir titrerken ayağa kalkma cesaretinde bulunabildi. Tekrar yürümeye başlayan bu insanların arkalarında çaresizce gittikleri yöne doğru yürüdü.  

Arkasını dönüp çukura bakma cesaretinde bulundu, metal kapı kapanıyordu yavaşça.


Yazan : Gunes Bloedorn
2013

No comments:

Post a Comment