The Slave Ship (1840). Oil on canvas. 90.8 × 122.6 cm, Museum of Fine Arts, Boston |
Altın sarısı güneşin kızıllığı, sanki gökle denizi bir araya getirip kasıp kavuran o fırtınayla işbirligi yapar gibi bu tabloda. Olan bitenleri uzaktan izler gibi seyirci kalamayan geminin ise rotası çoktan değişmiş de huzurlu, sakin ve bulutlardan uzak bir kıyıya gidiyor.
İlk bakışta sanki bu söylediklerim oluyor gibi tabloda! Bir manzara resmi gibi görünün bu tabloya dikkatlice baktıkça tüylerimizi ürperten korkutucu bir şeyler görürüz. Sudaki her şeye saldıran canavarsı yaratıklar, kendinden geçmiş o aç balıklar, suda yüzen niye orada olduklarını anlamadığımız o zincirler ve vücudunun büyük bir kısmının deniz içinde, sadece bir bacağının suyun dışında kaldığı o insan!
İlk bakışımıza güvenmeyip en ince detaylarını görene kadar bu resme bakarız. Gördüklerimiz korkutur ve o korkular içimizdeki insan olma dürtüsünü dürtüverir hafifçe, sarsmadan.
Tüm bunların anlamı ne mi? Gelin kısaca geçmişe bir yolculuk yapalım!
1781 yılında, Afrika'dan Jamaika'ya gitmek için o mavi ve derin ve bir o kadar da korkutucu olan azgın sularda bir gemi ilerler.
Geminin adı Zong, kaptanın adı ise Luke Collingwood'tur. Gemi bir İngiliz gemisidir. Buraya kadar her şey normal ama gemi kölelerle doludur.
Çok geçmeden 60 köle ve 7 mürettebat hastalıktan ölür. Kalanların bir çoğu da hastadır. Bu durum karşısında şaşkın olan Kaptan Luke, teslim ettiği sağlıklı ve hayatta olan her bir köle için sigortadan para alacaktır ama ölen köleler ve hasta olanlar için para alamayacağını da çok bilir.
Kaptan Luke sizce çok düşünüp taşınır mı ne yapması gerektiğini? Aslında bu sorunun cevabı Hayır! Çünkü Kaptan'ın düşündüğü tek şey sigortadan alacağı paradır. Evet, para. Bazılarını kör eden, insanlıklarını unutturan o para. Çok geçmeden Kaptan'ın aklına kendisi kadar sinsi ve bir o kadar da acımasız bir plan gelir.
Çok merak ediyorsunuz değil mi, bu planın ne olabileceğini? Kaptan, önce güverteleri dolaşır ve sonra ölen ve hasta olan toplam 132 kölenin okyanusa atılması emrini verir çünkü çok iyi bilir boğulan her bir köle için sigortadan para alacağını!
Evet evet, yanlış duymadınız! Gemideki köleler birer birer atılırlar okyanusa, ayakları zincirli, kimisi hasta, kimisi zaten gözlerini çoktan kapatmış çok da ümitle bakamadığı yaşamına.
Gemi zar zor Jamaika'ya varır ama Kaptan Luke o kadar da şanslı değildir! Kölelerden birisi kaçmıştır ve Kaptan'ın yaptığı bu dehşeti anlatmıştır herkese ve sonunda olay İngiltere'de duyulmuştur.
Zong'un kaptanı Luke, istediğini alamamış ve işlediği suçtan dolayı hakkında dava açılmıştır.
Yıl 1840, ressam Turner bu tabloyu bitirdi. Tablo hakkındaki eleştiriler ise çok acımasızdı! Turner'la alay etmekle kalmadılar ve ona deli dediler!
Oysaki Turner, çağını yakalamakla kalmamış düş gücüyle birlikte kitlelere ders vermişti! Kullandığı renklerle olayın dehşetini anlatırken gökyüzünün yer yer mavileşmesiyle de sanki bize umut verir gibiydi.
İşte o köleler eminim ki kurtulmak istemişlerdi çünkü hayata karşı umutları vardı! O acımasız efendilerinin sömürüsü olmaktan kurtulacaklarını da inanıyorlardı elbette! Ve gün geldi, bu kölelik saçmalığına son verildi, verildi mi gerçekten?
Bir insanın, ölmekte olan başka birine 'bırakın ölsünler' deme ihtimali yüzde kaçtır sizce? İşte o insancıklar kendilerini hep üstün görerek "bırakın ölsünler!" dediler.
Onlar hala varlar! Her yerdeler!
Gunes Yilmaz
7/23/2012